Yaz turizminin zirve yaptığı o üç ayı bir kenara bırakırsak Kapadokya yabancı turistler kadar yerlilerin de ilk fırsatta ziyaret etmek istediği bir durak. Üstelik ülkenin doğusundakiler için kısa bir araba yolculuğu kadar yakın. Batıda yaşayanlarsa Kayseri ve Nevşehir havalimanlarından birini kullanarak ulaşabilir. Ancak nedense Kapadokya, turistleri sahil şehirlerimiz gibi tekrar tekrar kendine çekemiyor.
Nevşehir Valiliği’nin eylülün başında açıkladığı rakamlara göre bölgenin müze ve ören yerleri 8 ayda 3 milyon 53 bin 827 turist ağırladı. Yanlış anlaşılmasın, “Kapadokya’yı 8 ayda 3 milyon küsur turist ziyaret etti” denmiyor. Müze ve ören yerlerini ziyaret edenler tekil olarak hesaplanmıyor. Yani, bir turist 5 müze-ören yeri gezdiyse bu 8 aylık sürede bölgeyi ziyaret edenlerin sayısının kabaca 600 bin kadar olduğunu söylemek mümkün. Matematiği nasıl yaparsanız yapın, çıkan sonucun bölgenin potansiyelini karşılayacağına inanmıyorum.
İş yine dönüp dolaşıp kültür-sanata, yeme-içmeye, kısaca ‘deneyim’e geliyor. Balon, mağara odalar, ATV, atlar da yetmiyor. Bir kere o canım atların bakımsızlığını görünce insanın canı acıyor. Ayrıca mağara odada kalmak ilkinde yetiyor insana.
Benim son Kapadokya ziyaretim ‘deneyim’ açısından oldukça verimliydi. Zaten bunun için planlanmıştı.
DEFİNE AVCILARI BULDU
Ürgüp’ün 23 kilometre güneyindeki Sobesos Antik Kenti’ni arkeolog Murat Gülyaz ile gezme şansım oldu. Şahinefendi Köyü yakınlarındaki bu alanın henüz 10’da 1’i gün yüzüne çıkarılmış. Bölgeyi ziyaret edenlerin çoğunun listesinde yoktur ama olmalı. Bu alan 21 yıl önce define avcıları sayesinde keşfedilmiş. Gülyaz “Bir gün sabaha karşı telefonum acı acı çaldı” diyerek başlıyor anlatmaya. Jandarmalar kaçak kazı yapanların keşfettiği mozaikleri haber vermek için aramış. “Tabii ki altın arıyorlardı” diyor Gülyaz: “Ama bu kaçak kazıyı yapanlar daha önemli bir keşfe imza attı.” Çünkü bu mozaikleri hazırlayan antik dönem sanatçısı İstanbul’dan bölgeye gitmiş. Sobesos Antik Kenti’nde bu mozaikle birlikte iki şapel ve bir Roma hamamı keşfedilmiş. Gülyaz bu bölgede Roma hamamı olmasının alışılagelmiş bir durum olmadığının altını çiziyor.
Bu ziyaretimde daha önce görme şansına erişemediğim Açık Saray’a gittim. Gülşehir’e 3 km uzaklıktaki bu antik yerleşim yeri 10’uncu yüzyılın sonlarına tarihleniyor. Manastır ve yerleşim yerleriyle birlikte birçok mekânı var. Bu alanlardan birinde bence Kapadokya’ya çok yakışan bir deneyim yaşadık. Levon Bağış bize şarap kültürünü anlattı. Kapadokya’ya çok yakışan diyorum çünkü bu bölge özellikle beyaz şarap konusunda iddialı. Gündüz ve gece arasındaki sıcaklık farkı hem bağın verimini arttırıyor hem de üzümde aranan asiditenin yakalanmasını sağlıyor. Şarap-kuru kaymak eşleşmesi ilginçti. Kuru kaymak geziden dönerken aile ve arkadaşlara getirmek için de iyi bir hediyelik seçeneği.
SAYILARI ARTARSA…
Benim ziyaretimin sebebi Kapadokya Caz Akşamları’ydı. MasterCard’ın sponsor olduğu bu etkinliklerde Taşkonak Oteli’nin sahnesinde ilk gece Müjde Kızılkan, ikinci gece de Jehan Barbur vardı. Sizinle paylaştığım ‘deneyim’lerin planlayıcısı da onlardı. Biliyorsunuz, neredeyse tüm pazarlama stratejilerini ‘paha biçilmez’ etkinlikler üzerine kuruyorlar ve planlamayla uygulamayı da çok iyi başarıyorlar.
İki yıldır eylül ayında düzenlenen bu program herkese açık. Üstelik kendi yapacağınız bir geziden daha uyguna da geliyor. Çünkü programın devamı için sübvanse ediyorlar. Markayı takip edip zamanı gelince hemen kaydolmakta fayda var. Yer bulmak piyango tutturmak gibi anlayacağınız… Ankara’dan, Giresun’dan ve tabii İstanbul’dan bu ‘tur’a katılan birçok insanla tanıştık. “Son zamanlarda yaptığımız en iyi kaçamak” diyenlerin sayısı hiç az değil. MasterCard da devam edecektir ama benzer programları en az onlar kadar iyi planlayabilecek turizmcilerimiz olduğuna, sayılarının artacağına inanmak istiyorum.